Aşurelik Buğdayın Suyu Süzülür mü? Bir Hikaye Üzerinden Hayata Dair Bir Düşünce
Herkese merhaba,
Bugün sizlerle paylaşmak istediğim bir hikaye var. Sadece bir hikaye değil, aslında hepimizin içinde bir yerlere dokunan, belki de gözden kaçırdığımız bir yaşam dersine dönüşen bir deneyim. Kimi zaman en basit şeyler, hayatın anlamını fark etmeye yardımcı olabilir. Eğer birkaç dakikanızı ayırırsanız, belki siz de bir anlığına bu hikâyenin içinde kendinizi bulur ve bu soruya kendi yanıtınızı verirsiniz. Aşağıda yer alan buğday hikayesini okuyarak belki de bir süreliğine günlük koşuşturmacayı bir kenara bırakır, düşüncelerinizi sorgularsınız.
Hikaye Başlıyor: Aşurelik Buğday ve Suyun Derinliği
Bir kasaba vardı, halkı birbirini tanır, evler sımsıcak, dostluklar ise daha da sıcaktı. Her yılın son ayında, kasaba halkı büyük bir aşure yapma geleneğini sürdürürdü. Herkesin evinde, tencere tencere aşure pişer, birbirlerine ikram edilirdi. Bu özel günün en önemli malzemelerinden biri de elbette aşurelik buğdaydı.
Bir sabah, taze buğdayları almak için kasabanın pazarına giden Mert, tüm kasabaya yayılan bu gelenek hakkında çok şey duymuştu. Ama o, bir erkek olarak her zaman mantıklı düşünmeyi, çözüm odaklı bakmayı tercih eden biri olduğu için bu geleneklere pek fazla anlam veremezdi. Onun için bir şeyin yapılma sebebi ya da gerekliliği net olmalıydı. O gün de taze buğdayları alıp eve dönmeye karar verdi, ama kasabada herkesin hemen hemen her yıl yaptığı gibi buğdayı suya koyup haşladığından habersizdi.
Evine varan Mert, buğdayları bir kaba koyarak suya bırakmaya başladı. Ama bir şey dikkatini çekti: Buğdayın suyu, rengini değiştiriyor ve bir miktar kirli görünüyordu. Hemen düşündü: “Bu suyu dökmeliyim, çünkü buğdayın suyu kirli ve fazlalık. Aşureyi yaparken gereksiz bir şey olmasın.” Su oldukça bulanıktı, ancak Mert daha önce hiç aşure yapmamıştı. Kendini çözüm odaklı bir şekilde hareket etmeye yönlendirdi, suyu süzme kararı aldı.
Bir süre sonra, evin kapısının çalmasıyla Mert'in eşi Elif içeri girdi. Elif, kasaba halkının yıllardır uyguladığı geleneğin tam içinde büyüyen, bu geleneklere kalpten bağlanan bir kadındı. Bir kadın olarak onun için bu gelenek sadece aşure yapmakla ilgili değildi; buğdayın haşlanmasından, karıştırılmasına, şekerin eklenmesinden fındığın üzerine konmasına kadar her adımda bir anlam vardı.
Mert, suyu süzdüğünü fark eden Elif, hemen durumu değerlendirdi: “Mert, buğdayın suyunu süzme. Aşurelik buğdayın suyu, ona tat ve anlam katan en önemli kısmı.”
Mert şaşkın bir şekilde Elif'e döndü: “Ama Elif, su kirli! Hem fazlalık, hem de bize hiç yardımcı olmayacak. Bu suyu dökmezsem, aşuremizin kalitesi düşer.”
Elif sakin bir şekilde yanıtladı: “Bazen hayatta öyle anlar gelir ki, her şeyin net bir şekilde çözülmesi gerekir gibi hissedebiliriz. Ama yaşamda bazı şeyler, dışarıdan bakıldığında ‘gereksiz’ gibi görünebilir. Oysa suyun içinde saklı olan, bize her zaman göstermediğimiz bir tat vardır. O suyu, buğdayın geçmişini, toprağını ve emeğini içinde barındıran bir sıvı olarak görmek lazım. Aşureyi sadece tarifine uygun yapmak değil, onu anlamak da gerek. Bu suyu süzmeye kalkarsan, hem buğdayın anlamını hem de gelenekleri kaybedersin. Suyu dökme, bırak o da aşurenin bir parçası olsun.”
Mert, Elif’in sözlerini bir süre sessizce dinledi. Buğdayın suyunun aslında sadece fiziksel değil, manevi bir yük taşıdığını fark etti. O an, her şeyin matematiksel ve stratejik bir bakış açısıyla çözülemeyeceğini, bazen ‘fazlalık’ gibi görünen şeylerin aslında hayatın dokusunun bir parçası olduğunu anlamaya başladı.
Bir Farkındalık Anı: Kadın ve Erkek Arasındaki İlişki ve Yaklaşımlar
Bu hikaye, aslında sadece bir aşurelik buğdayın suyu ile ilgili değil. Mert’in yaklaşımı, birçok erkeğin çözüm odaklı bakış açısını yansıtıyor; her şeyin bir sebebi ve sonucu olmalı, fazlalıklar bir şekilde atılmalı. Elif ise hayatın her yönünü, insanların ilişkilerini, gelenekleri ve bazen ‘fazlalık’ görünen şeyleri de kucaklayarak, onlara anlam kazandırarak görmek isteyen bir kadındı. O, her şeyin derinliklerinde bir anlam ve his barındırdığını fark etmişti. Bir kadının bakışı, sadece dışarıdan görüneni değil, görünmeyeni de hissetmeye çalışır.
Aşurelik buğdayın suyu süzülür mü sorusu, hayatın farklı yönlerine dair önemli bir sorudur. Bazen, fazlalık gibi görünen şeyler aslında bize daha büyük anlamlar katabilir. Tıpkı bu hikayede olduğu gibi, bazen ilişkilere, insanlara veya yaşadığımız anlara da aynı şekilde yaklaşmak gerekebilir: Her şeyin görünmeyen bir yönü vardır ve onu göz ardı etmek, çoğu zaman kayıplara neden olabilir.
Siz Ne Düşünüyorsunuz?
Bu hikayeyi okurken, siz de belki hayatınızdaki bazı 'fazlalık' gibi gördüğünüz şeyleri yeniden değerlendirmek istersiniz. Aşurelik buğdayın suyu gibi, bazen hayatta da fazlalık sandığımız, ama içinde derin anlam taşıyan şeyler vardır. Peki ya siz, hayatınızdaki bu ‘fazlalık’ları nasıl görüyorsunuz? Yok saymak mı, yoksa onlardan bir şeyler almak mı daha anlamlı olurdu?
Yorumlarınızı ve düşüncelerinizi paylaşmanızı çok isterim.
Herkese merhaba,
Bugün sizlerle paylaşmak istediğim bir hikaye var. Sadece bir hikaye değil, aslında hepimizin içinde bir yerlere dokunan, belki de gözden kaçırdığımız bir yaşam dersine dönüşen bir deneyim. Kimi zaman en basit şeyler, hayatın anlamını fark etmeye yardımcı olabilir. Eğer birkaç dakikanızı ayırırsanız, belki siz de bir anlığına bu hikâyenin içinde kendinizi bulur ve bu soruya kendi yanıtınızı verirsiniz. Aşağıda yer alan buğday hikayesini okuyarak belki de bir süreliğine günlük koşuşturmacayı bir kenara bırakır, düşüncelerinizi sorgularsınız.
Hikaye Başlıyor: Aşurelik Buğday ve Suyun Derinliği
Bir kasaba vardı, halkı birbirini tanır, evler sımsıcak, dostluklar ise daha da sıcaktı. Her yılın son ayında, kasaba halkı büyük bir aşure yapma geleneğini sürdürürdü. Herkesin evinde, tencere tencere aşure pişer, birbirlerine ikram edilirdi. Bu özel günün en önemli malzemelerinden biri de elbette aşurelik buğdaydı.
Bir sabah, taze buğdayları almak için kasabanın pazarına giden Mert, tüm kasabaya yayılan bu gelenek hakkında çok şey duymuştu. Ama o, bir erkek olarak her zaman mantıklı düşünmeyi, çözüm odaklı bakmayı tercih eden biri olduğu için bu geleneklere pek fazla anlam veremezdi. Onun için bir şeyin yapılma sebebi ya da gerekliliği net olmalıydı. O gün de taze buğdayları alıp eve dönmeye karar verdi, ama kasabada herkesin hemen hemen her yıl yaptığı gibi buğdayı suya koyup haşladığından habersizdi.
Evine varan Mert, buğdayları bir kaba koyarak suya bırakmaya başladı. Ama bir şey dikkatini çekti: Buğdayın suyu, rengini değiştiriyor ve bir miktar kirli görünüyordu. Hemen düşündü: “Bu suyu dökmeliyim, çünkü buğdayın suyu kirli ve fazlalık. Aşureyi yaparken gereksiz bir şey olmasın.” Su oldukça bulanıktı, ancak Mert daha önce hiç aşure yapmamıştı. Kendini çözüm odaklı bir şekilde hareket etmeye yönlendirdi, suyu süzme kararı aldı.
Bir süre sonra, evin kapısının çalmasıyla Mert'in eşi Elif içeri girdi. Elif, kasaba halkının yıllardır uyguladığı geleneğin tam içinde büyüyen, bu geleneklere kalpten bağlanan bir kadındı. Bir kadın olarak onun için bu gelenek sadece aşure yapmakla ilgili değildi; buğdayın haşlanmasından, karıştırılmasına, şekerin eklenmesinden fındığın üzerine konmasına kadar her adımda bir anlam vardı.
Mert, suyu süzdüğünü fark eden Elif, hemen durumu değerlendirdi: “Mert, buğdayın suyunu süzme. Aşurelik buğdayın suyu, ona tat ve anlam katan en önemli kısmı.”
Mert şaşkın bir şekilde Elif'e döndü: “Ama Elif, su kirli! Hem fazlalık, hem de bize hiç yardımcı olmayacak. Bu suyu dökmezsem, aşuremizin kalitesi düşer.”
Elif sakin bir şekilde yanıtladı: “Bazen hayatta öyle anlar gelir ki, her şeyin net bir şekilde çözülmesi gerekir gibi hissedebiliriz. Ama yaşamda bazı şeyler, dışarıdan bakıldığında ‘gereksiz’ gibi görünebilir. Oysa suyun içinde saklı olan, bize her zaman göstermediğimiz bir tat vardır. O suyu, buğdayın geçmişini, toprağını ve emeğini içinde barındıran bir sıvı olarak görmek lazım. Aşureyi sadece tarifine uygun yapmak değil, onu anlamak da gerek. Bu suyu süzmeye kalkarsan, hem buğdayın anlamını hem de gelenekleri kaybedersin. Suyu dökme, bırak o da aşurenin bir parçası olsun.”
Mert, Elif’in sözlerini bir süre sessizce dinledi. Buğdayın suyunun aslında sadece fiziksel değil, manevi bir yük taşıdığını fark etti. O an, her şeyin matematiksel ve stratejik bir bakış açısıyla çözülemeyeceğini, bazen ‘fazlalık’ gibi görünen şeylerin aslında hayatın dokusunun bir parçası olduğunu anlamaya başladı.
Bir Farkındalık Anı: Kadın ve Erkek Arasındaki İlişki ve Yaklaşımlar
Bu hikaye, aslında sadece bir aşurelik buğdayın suyu ile ilgili değil. Mert’in yaklaşımı, birçok erkeğin çözüm odaklı bakış açısını yansıtıyor; her şeyin bir sebebi ve sonucu olmalı, fazlalıklar bir şekilde atılmalı. Elif ise hayatın her yönünü, insanların ilişkilerini, gelenekleri ve bazen ‘fazlalık’ görünen şeyleri de kucaklayarak, onlara anlam kazandırarak görmek isteyen bir kadındı. O, her şeyin derinliklerinde bir anlam ve his barındırdığını fark etmişti. Bir kadının bakışı, sadece dışarıdan görüneni değil, görünmeyeni de hissetmeye çalışır.
Aşurelik buğdayın suyu süzülür mü sorusu, hayatın farklı yönlerine dair önemli bir sorudur. Bazen, fazlalık gibi görünen şeyler aslında bize daha büyük anlamlar katabilir. Tıpkı bu hikayede olduğu gibi, bazen ilişkilere, insanlara veya yaşadığımız anlara da aynı şekilde yaklaşmak gerekebilir: Her şeyin görünmeyen bir yönü vardır ve onu göz ardı etmek, çoğu zaman kayıplara neden olabilir.
Siz Ne Düşünüyorsunuz?
Bu hikayeyi okurken, siz de belki hayatınızdaki bazı 'fazlalık' gibi gördüğünüz şeyleri yeniden değerlendirmek istersiniz. Aşurelik buğdayın suyu gibi, bazen hayatta da fazlalık sandığımız, ama içinde derin anlam taşıyan şeyler vardır. Peki ya siz, hayatınızdaki bu ‘fazlalık’ları nasıl görüyorsunuz? Yok saymak mı, yoksa onlardan bir şeyler almak mı daha anlamlı olurdu?
Yorumlarınızı ve düşüncelerinizi paylaşmanızı çok isterim.